Lüferi Kurtardık “Kırmızı Beneklinin Suçu Ne"

 



Lüfer tutkunu Hüseyin Eriş Başbakanlık İletişim Merkezi’ne bir mektup yazdı ve olanlar oldu. İlk defa bir başbakan balıkçılıkla ilgili bir konuya el attı. Sayın Başbakanımıza teşekkürler, Hüseyin Eriş’e tebrikler. Böyle bir girişim doğa tutkunu bizleri bahtiyar eyledi.
Ancak, Sayın Başbakanımızın el attığı konu sadece Lüfer ile bitmiyor maalesef. Her ne kadar lüfer çok değerli bir balık olsa ve nesli tehdit altında olsa da, atladığımız çok önemli bir değerimiz var bizim. Benekleriyle kendine aşık eden alabalıklarımız. Bilimsel adları Salmo trutta fario (Kırmızı benekli alabalık, Dere Alası), Salmo trutta macrostigma (Büyük benekli alabalık, Dağ Alası), Salmo trutta abanticus (Abant alası) gibi 3 tane önemli alabalık türü iç sularımızda yaşam mücadelesi veriyor. Hele bunlardan bir tanesi (Abant Alası) endemik bir türdür. Yani sadece bulunduğu bölgede yaşayan, dünyanın başka hiçbir bölgesinde bulunmayan, ekolojik bir değer demektir. Aynı şekilde ülkemizde yaşayan Dere Alası ile Dağ Alası türleri de dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan türdeşlerinden bazı alt özellikleriyle farklılaşmakta ve her bölge için önemli bir ekolojik değer yaratmaktadır.
Peki, nereden çıktı bu alabalık hikayesi?
Ülkemiz sularında şu an itibariyle 4 tür (yeni bazı çalışmalara göre 6 tür) alabalık mevcuttur. Bunlardan üçü yukarıda saydığım türler ki bunlar ülkemiz sularının doğal türleridir. Diğeri de kültür balıkçılığının lokomotifi, ucuz protein kaynağımız Gökkuşağı Alabalığı. Bu tür Kuzey Amerika kökenli bir tür olup, hastalıklara, su sıcaklık ve diğer değerlerinin değişimine oldukça dirençli, ortam ve yem adaptasyonu yüksek dominant bir türdür. Hemen hemen tüm akarsularımızda bir veya birkaç alabalık çiftliği kurulmuş durumdadır. Sayesinde bol ve ucuza balık yiyebiliyoruz.
Neden önemli bu doğal alabalık bu kadar?
Dünyada sportif olta balıkçılığının ekonomik hacmi 300 milyar dolardır. Evet yanlış duymadınız 300.000.000.000 USD. Bir sürü sıfır var. Bunun sadece 124 milyar doları ABD’dedir. Geri kalanın da çoğu AB ülkelerindedir. Yine dünyada 100 milyonun üzerinde kayıtlı sportif olta balıkçısı vardır ve bu parayı bu insanlar harcamaktadır. Sadece 30 milyonu ABD’dedir. ABD’nin bu kaynaktan topladığı vergi yıllık 17 milyar dolardır. Evet, sadece vergi 25.500.000.000 TL ediyor. Muazzam bir kaynak. Ülkemizde durum nedir biliyor musunuz? Valla işin doğrusu kimse bir şey bilmiyor. En son katıldığım Sportif Olta Balıkçılığı Çalıştayı’nda maalesef bu konuda Tarım Bakanlığı’nın elinde sağlıklı istatistiki veriler olmadığı ortaya çıktı. Bunun en önemli nedeni, belge zorunluluğunun olmaması. TUSOB (Türkiye Sportif Olta Balıkçıları Derneği) başkanı Sayın İsmail Atalay çalıştayda şunu söyledi. “Hiçbir ek yatırım yapmadan, sadece gerekli yasal düzenlemelerle yılda 1-2 milyar dolar hacme hemen ulaşabiliriz.” Bu inanılmaz bir fırsat. Ama tabii ki sularımızda balık kalırsa.
Peki, tehdit nedir?

  • Son 25 yıldır, doğal türlerimiz çiftliklerden kaçan bu dirençli türle ve bu türün rekabet baskısıyla tanışmıştır. Gökkuşağı alabalığı ve doğal alabalıklar aynı yemlerle beslendiğinden besin rekabetine girdikleri bilinmektedir. Bu da doğal alabalık türleri üzerinde ciddi bir baskı oluşturmaktadır.

  • Bazen resmi kurumların, bazen de yöre halkının başka yörelerden getirdiği egzotik tür dediğimiz balık türleri, girdikleri alanda geri dönülmesi imkansız ekolojik tahribatlar yapabilmektedir. Bu tahribatlardan en çok etkilenenlerden birisi de doğal alabalıklardır.

  • İç sularımızda her ne kadar deniz gibi olmasa da sportif (!) olta balıkçılığı yaygındır. Özellikle tırıvırı, ince gözlü ağlar ile yapılan bu sportif (!) faaliyet sonucunda 10 gramlık yavrular bira mezesine kurban gidiyorlar. Aslen ağ ile bu balığın avcılığı sezon boyu yasak olmasına rağmen.

  • Aynı şekilde normalde sirkülerde günde kişi başına 3 adet, 20 cm. ’den büyük ve 01 Ekim – 31 Mart arası avlanabileceği yazılıyken, yılın her günün 5, 10, 15 cm lik balıklar, onar yirmişer adet avlanarak katledilmektedir.

  • Devam edelim. Ülkemizin enerji ihtiyacını karşılamak (!) için, hemen her su kaynağına HES’ler, sulama göletleri inşa ediliyor. Doğal alabalıkların yaşadığı alana bir tane HES yaptığınızda bu güzelliği belinden bıçaklamış oluyorsunuz. Hem de ona sormadan danışmadan. HES kurulan bir bölgede bu alabalığa hiç yaşama şansı tanınmamış oluyor. “Sen buradan git, ben evde 2 tane fazla ampul yakacağım” demiş oluyoruz.

  • Bitmedi, hemen her akarsuyun yanında veya yakınında mutlak suretle tarımsal faaliyetler oluyor. Aslen bazı zor arazi şartlarında şanslı olanlar olsa da genelde tarımsal faaliyetlerin buralarda yoğunlaştığını biliyoruz. Tarımsal faaliyetler önemlidir, çünkü tarım için gübre kullanılır. Tarım için bol bol ilaç kullanılır. Bu ilaçlar, gübreler de toprağa ve dolayısıyla da suya karışırlar. Alabalıklar için toksik etkisi yaratan bu maddeler bir darbe daha vuruyor.

  • Biter mi hiç, bu akarsuların doğduğu kaynakların bulunduğu alanlar çoğunlukla kırsal alanlardır. Bu alanlarda bulunan yerleşim yerlerinin hemen hiç birinde atık su yönetimi yoktur. Lavaboda elinizi yıkadığınız sabunlu su da, mutfakta kullandığınız deterjan da, tuvaletteki artıklarımız da bu sulara öylece boşalıyor. Kendi evimizi temiz tutacağız diye bu yavrucakların yuvasını pisletiyoruz. Onları kendi yuvalarında öldürüyoruz.


Peki, neler yapılabilir?

  • Mevcut Gökkuşağı Alabalığı üreticisi olup da doğal alabalık kaynaklarında üretim yapan işletmelere maddi kaynak (Hibe, kredi, AR-GE Desteği) ayrılarak, işletmelerin Gökkuşağı Alabalığı yanında her bölgenin kendi başat türünü de üretmesi sağlanabilir. İşletmeden kaçan doğal alabalıklar bölge sularının doğal olarak balıklandırılmasına katkıda bulunacaktır.

  • Hemen her bölgede bir Su Ürünleri Fakültesi, Balıkçılık Teknolojisi Fakültesi veya Su Ürünleri Meslek Yüksek Okulu var. Bu işletmelerin fiziki koşulları uygun olanlarına proje desteği verilerek, balıklandırma çalışmaları için rezervuar yönetimi desteği sağlanmalıdır. Örneğin bu konuda pilot bir çalışma yapan Süleyman Demirel Üniversitesi Aksu MYO ve ona destek veren Eğirdir Su Ürünleri Fakültesi ile Eğirdir Su Ürünleri Araştırma Enstitüsü’ne ciddi destek verilebilir. Bu çalışma ülkenin her yerinde örnek olabilir.

  • Adı sportif olup da kendi balıkçılık bile olmayan iç sulardaki alabalık katliamına hemen dur denmelidir. Bunun için yasal yaptırımlar olmasına rağmen yeterli denetim ve örnek oluşturacak uygulamalar yoktur. Çoğunlukla Jandarma bölgesine giren bu alanlarda ciddi denetimler yapılması için İç İşleri Bakanlığı’nın talimat yayınlaması yeterli olacaktır. Aynı şekilde yöre halkı da bu konuda eğitilmeli ve gördüklerini ihbar edebilmelidir.

  • Sirkülerde belirtilen boy ve adet ölçüleri, bölgesel bazda değerlendirilmelidir. Çünkü bazı derelerde neredeyse bu türler yok olmak üzeredir. Hatta mümkünse 2-3 yıl bu balığın avcılığı kesinlikle yasaklanmalıdır. 3 sene bir rahat etsin havyancağızlar.

  • Ülkemiz enerji ihtiyacını karşılamak için kurulan HES’lere sözümüz yok. Ama Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanımız hem enerjiden hem de tabii kaynaklardan sorumlu olduğunu unutmamalı. Bu kaynaklara HES kurulmadan önce, konu bilimsel platformlarda tartışıldıktan sonra faaliyete geçilmeli. Bu konuda kendini yetiştirmiş bol miktarda akademisyen memlekette var, merak etmeyin. Aynı şekilde kurulmasına karar verilen HES’lere mutlaka “BALIK GEÇİTLERİ” yapılmalıdır. Ama 6 metre yükseklikte değil. Bir insanın zıplayamayacağı yükseklikten balığın zıplamasını bekleyemezsiniz. Aslen bu konuda DSİ’nin kendi çıkardığı kitap da var. Ama uygulamada olan bir şey yok. Bana kalırsa yeterince Su Ürünleri Mühendisi yok ellerinde. HES’leri sadece İnşaat Mühendisi yapıyor. İşe sadece fiziki yapı olarak bakıyor. Yanlarına bir de Su Ürünleri Mühendis alsalar fena mı olur? Balıklar adına bir iki çift laf söyleyebilir.

  • Tarımsal faaliyetleri kaldırmamız mümkün değil. Aç kalırız alimallah. Ama bu şekilde önemli ekolojik değerlerin bulunduğu alanlarda “ORGANİK TARIM” desteklenmeli. Ama öyle böyle destek değil. Sadece bu tür alanlara özel, hibe oranı yüksek desteklemeler. Memlekette bir sürü yetişmiş Ziraat Mühendisi var. Bu adamcağızların birçoğu işsiz. Görevlendir bunlar o alanlara. Her bölgeye uygun organik tarım ürünlerini belirlesin ve çiftçiye destek versinler.

  • Son olarak da kırsal belediyeler için mutlaka Atık Su Yönetimi Çalışması yapılmalıdır. Birim bazında baktığımızda küçük gözüken bu kirlenme, uzun zaman dilimlerinde ciddi tahribatlara neden olmaktadır. Küçük belediyeler için AB hibe fonları kullandırılmalıdır.


Özetle, sevgili vatandaşımıza ve Sayın Başbakanımıza teşekkür ettik. Ama yarım ağız etmiş olduk. Lüfer öz evlat muamelesi görürken Dağ Alası, Dere Alası, Abant Alası üvey evlat muamelesi görmemeli. Buna bir ağabey olarak Lüfer de üzülür, Alabalık da. Başbakanımız Lüfere el attığı gibi, Kırmızı Benekliye de el atmalıdır. Yoksa biz de yeni bir dizi çekmek zorunda kalacağız. “Kırmızı Beneklinin Suçu Ne?”
Saygılarımla.
Cem KADEŞ
Su Ürünleri Müh.
www.aquapena.com

Yorum Gönder

0 Yorumlar